7 Aralık 2010 Salı

TV

 Çok fantastik şeyler görüyorum bu aralar.Toplum halinde tavşanın peşine takılıp bir Alice çukuruna düşüyoruz.Aptallaşıyor,kafası çalışanları da aptallaştırıyoruz.Yıllardır klasikleşen ''okuyanı/sorgulayanı ayıplama kumpanyası'' ben büyüdüm,hala eskimedi.
  Yükselen değerler konusunda muzdaribim.Reklamlar,diziler tabi ki bunların handikapı aptal kutusu...Örneğin yıllardır kanser hücresi gibi eğitimli/eğitimsiz kendine toplumda yer edinememiş herkesin üstüne leke gibi yapışan mafyatik televizyon dizileri karakterleri.Bu adamlar çok enteresan; zaten televizyon icat edildiğinden beri oynuyorlar,bölüm başına bin,iki bin kişi falan ölüyor sırf Türkiye değil,İsrail,Filistin,Irak gibi sıcak hattaki ülkelerin de nüfusunu yarıya indirmeyi başardılar.Domates kasalarında el bombası taşıyıp,sanki her gün yaptıkları sıradan işlermiş gibi ülkeyi kurtarmaya giderken yolda durup kebapçıya giderek yemek üzerine bir de künefe yiyebiliyorlar.Çok doğaüstü...Lise çağını geçmiş hatta neredeyse yüzü kırışmak üzere olan zavallı aktör ve aktristlere inatla okul sıralarında dirsek çürüttürüyorlar.Tuhaf entrikaları bulundukları cemiyet hayatını karıştırıyor falan filan...Materyal dünyanın yan tesirlerinden biri de  televizyonun empoze ettiği bu karakterlerin ciddiye alınıp realize edilmesi.Kaç kişinin İstanbul gibi metropol ve karma bir kentte elinin altında yalısı var?Medya ve televizyon kanalıyla özendirilen hayatlar ise son derece yapay ve üzgünüm ama yemiyoruz.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hi Darling I'm Coming !

Hi! Bloguma uzun süredir hiç uğramadığım bellidir.Bu destansı aralıkta eriyip tekrar donmuş çikolataya benzeyen hayatımda pek bir değişim olmadı açıkcası.
*Hala okula gitmekten hiç hoşlanmıyorum,sıkça saç rengimle ve insanların sinirleriyle oynuyor,alkol tüketiyor,migren atakları geçiriyorum.
*Altısı erkek olmak üzere öğrenim gördüğüm yedi kişilik sınıfımdan antenliğiyle nam salan çocuk ayrıldı,artık altı kişiyiz.
*Yeni albümü veshilesiyle tekrar Athena'yla haşır/neşirim,3 aralıktaki konseri iple çekiyorum.
*Ve meraklısına -evet hala hayatımda kimse yok.
*Bunun dışında fastfoodu,sigarayı ve kolayı bıraktım (kola meselesinde endişeliyim kriz halinde ani taarruza geçebilirim) 
*Hala TV izlemiyor büyük bir bağlılıkla ulusal kanallarda dizileri takip edenlerle alabildiğine dalgamı zevk-i sefa içinde geçiyorum.
*Sağ yüzük parmağımı yakın bir arkadaşın tekmesi ile çatlattım.
*Odamda yenilikler yapıyorum. Örn: yeni yastıklar,yeni perdeler,yeni laptop,yeni yatak örtüsü blah blah blah.
*LimeWire mevzusu beni derinden yaraladı,bunun haricinde 'saygıdeğer' yöneticilerimizin bizleri 'uyoutube' kapadıkları YouTube'u açmaları halinde sinkaflarımdan biri eksilmiş oldu.
*Okan Bayülgen'den sonra Kaan Tangöze'nin babalığı da bana ayrı bir koydu.İstemedim o çocuğu benimseyemedim bilemedim ya.
*Şebnem Ferah'tan ve sürekli değişen imla kurallarından hala muzdarip,hala illetim.
*Beğendiğim birkaç tip var hepsi de soğuk nevale-anında başkasına havale.
*Streetlight Manifesto hala kahramanlarım.
*Artık Şevket Çoruh yeni Caveman.
*'eşşeğim uyuz olur','donuna kedi bırakırım' son favori tabirlerim,farkındayım fazla lumpen.
*Her cumartesi sabahı kahvaltımın ortasında aşağıdaki markete özellikle pijamalarımla inip hırt bakkalımızı zahmete sokup yüksekteki kasadan Leman,Uykusuz,Penguen ve Gırgır'ı çıkarttırarak kendimce küçük zaferler elde ediyorum,evet küçük hesaplar insanıyım.
*Hala zeytin ve baklagilleri yemiyorum.
*Acayip derecede Placebo'ya takıldım yine.Özellikle English Summer Rain'in 'i'm in the basement you are in the sky' bölümünde full gaz oluyorum.
*Hala ukalayım.-hah!
*WOW tarzı bilgisayar oyunlarından hala hiçbir şey anlamıyorum.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Kişisel Gelişim mi? peeh

İnsanoğlu ne doyumsuz ne sığ yaratıktır...Nerede olanaksız şey varsa boş boş düşler hatta ister.Kaybettiklerini;sanki kendi marifeti değilmiş gibi yüzsüz yüzsüz gerisin geriye ayaklarıyla gelmesini bekler.Ha gelir mi,gelirse 'çıkmaz ayın son çarşambasına' mı denk düşer bilinmez ama insanlar acizliklerle donanmakta neden bu kadar ısrarcı anlamakta güçlük çekiyorum.İster güçsüzlük deyin ister alışmak deyin ama ben artık başıma gelenlere çok da şaşırmamaya gayret ediyorum.Hangimizin hangimizden ne farkı var da 'ben melake gibi insandım bu benim başıma nasıl gelir' deme cürretini buluyoruz anlamıyorum.Hem ayrıca kime göre iyisin,herkes kendine göre kusursuz elbette.
  Evet dediğim gibi kimsenin kimseden farkı yok,öyle anaokulu öğretmenine şikayet eder gibi 'ama falanca çok fesat etmediği halt,işlemediği kabahat kalmadı' gibi iç konuşmalarda bulunmayalım çünkü kimse bilerek ve isteyerek kötü değildir.Bence bu gerçekten çok önemli okuyanın kafasına iyice kazınsın diye tekrarlıyorum kimse bilerek ve isteyerek kötü değildir...Genetik kötüler ya da manyaklık boyutunda kötüler sadece fantastik dünyada mevcuttur.Yani diyeceğim o ki size kötülük gibi gelen şey aslında karşıdakinin bir amacının ya da bir çıkarının yan tesirleridir.Bu yaklaşımımı çok optimist bulabilirsiniz ama üzerinde birazcık kafa patlatırsanız anlarsınız.İnsanlar boşu boşuna denyoluk yapmıyor yani,kimsenin içinden 'aman ben bilmem kimin açığını elaleme yetiştireyim de kötülük edip insanların antipatisini toplıyayım yalnızlık çekeyim,çok hoşuma gidiyor' demiyor.
  Ha bi de evet yalnızlık meselesi var.Hayır benim anlamadığım yalnızlık diye adlandırdıkları hissiyata neden bu isyan? Zaten herkes yalnız,sadece bazılara daha yalnız hepsi bu...Öyle yırtınıp dövünmeye hacet yok.Ayrıca yalnız olmanın,kimsenin yükünü taşımamanın nesi kötü ki?Sorumsuz olmaktan daha geniş bir özgürlük var mı?Yani tabi ki bireysel sorumlulukları kast etmiyorum (bu yazıyı okuduktan sonra donla görmiyim sizi sokaklarda) çok kapsamlı aldım bu sorumluluk kelimesini.
  Bana kalırsa insanlar kendileri üzerinde o kadar odaklanıyorlar ki bunun dışında fazla bir şeye ilgi duymaz/duyamaz hale geliyorlar.Bu kadar kibir kimi nereye götürecekse artık?İnsanlar;kendilerine öyle büyük değerler biçiyorlar,öylesine dev aynalarında görüyorlar ki toplumun onlara biçtiği değer karşısında bunalımlara giriliyor,buhranlar basıyor,kişisel gelişim saçmalığının ticari çarkında dönülüyor vesaire.Ha doğru bi de o küfür mahiyetinde kişisel gelişim mevzusu var.Şahsen vakti zamanıyla birtakım sebeplerden dolayı tedavi amaçlı NLP olsun pozitif yönlendirme adına bazı pskiyatr ve pskologlar olsun hepsine gitmiştim.Ama derdinize deva ararken her taşın altından bu kişisel gelişim nanesi çıkıyor onu da söyliyeyim.Kişisel gelişim özünde 'bi sen varsın gerisi hikaye' hatta 'aslansın,kralsın' gazlamasıyla sizi sömürgen toplumun arasına salıveriyor.Sonra siz kendinizi bi'şey zannedip hayatınıza en iyi olarak devam ediyorsunuz.Yok canım! Pardon da kişisel gelişim yokken insanlar neyle motive oluyor,neyle üretkenliğini sürdürüyormuş?Kabalığım bağışlayın,affınıza sığınarak ananın evinde de mi kişisel gelişim vardı demek istiyorum.Bio enerjiye hatta reikiye bile daha çok inanıyorum ya!
  Ben çok hırpaladım kendimi bu kişisel gelişim olayına inandırmak için.Secret'ı,Key'ı bilmemnesi piyasadaki o saçma sapan kitaplara raabet edecek kadar aklımı kaçırmadıysam da uğraştım hakkımı yemeyin.Hatta bir keresinde kahkaha yogası diye ultra amaçsız ve olağanüstü anlamsız bir seansa katıldım.Zaten kapıdan girer girmez tuhaf bi bayan açtı kapıyı (belli yani kendine değer biçmekten efendim kahkaha atmaktan falan Nirvana'ya ulaşmış o ifade var yüzünde) bana 'ayakkabıları elinize alın ve koridorda uzun bir yolculuğa çıkın' dedi.Ben koridorun sonunda bir ışık görücez orda aydınlanıp hayatımıza mutlu bahtiyar devam edicez ne biliyim mistik bişeyler olucak falan sandım.Yok abi bildiğin kayıt odası var tüm kişisel bilgilerin yanı sıra enayiliğinin tastiği olarak bir ücret bayıldıktan sonra boğucu tütsü kokuları arasında eşofmanlarını falan giyip yan odaya geçiyorsun.Asıl zevzeklik burdan sonra başlıyor.Bi oda dolusu salak toplanmışız gülücez diye bekliyoruz.Yok yahu,önce oranı buranı dövüp 'bacağımı seviyorum,kalçalarımı seviyorum' gibi şeyler yapıyorsun.Ondan sonra zorla sana kahkaha attırıyorlar.Hayır gülüyorsunuz,gülüyorsunuz da 'ulan ben bu kadar mı acizim de gülmek için buraya geldim kadın maymun etti bizi anasını satıyım' şeklinde histerik bir gülme oluyor.Aslan gülüşü diye bi'şey var ya.Dilinizi çenenize kadar çıkartıp iki eliniz suratınızın yanlarına pençe şeklinde getirip bütün salonu geziyorsunuz,milletin yüzüne öyle şebek gibi bakıyorsunuz.Ha tabi bi de önceden bi Cem Yılmaz referansınız varsa bu tarz 'sevgi içimizde' formatlı seanslarda esprilerin biri gidip biri geliyor aklınıza.Ben zaten onlara güldüm sanırım.
  Velhasıl en nihayetinde kendimi inandırmaktan vazgeçip 'katip benim ben katibin el ne karışır' şeklinde yaşantıma devam ettim olmuyorsa olmuyodur arkadaşım.Neyse diyeceğim o ki moralinizi yüksek tutun,ha tutamıyorsanız adınızı unutana kadar sünger gibi için.Bakın o zaman hayat ne kadar da 'kahkaha yogası' siz de o kadar içmeye mutluluktan Yoda'ya dönüşürsünüz belki.(bakın nasıl da kelime oyunu yaptım Yoga/Yoda hahahah..neyse,bence de gülmediniz)

Arabesk Falan Filan,ööef

Gelelim şu arabesk konusuna.Tabi ki arabesk müzik tarzı kaliteden çok uzaktır.Ancak şöyle yadsınamaz bir gerçek vardır ki arabesk aynı zamanda popüler Türk kültürünün bir parçasıdır ve halkın bazı kesimlerinin bağrındandır.Türkiye'de özellikle proletarya olarak isimlendirilen işçi kesiminin sorunlarından dolayı yükselen bu tarz Amerika'da ırkçılık akımıyla horlanan siyahi kesimin tenekelere vurarak yapmaya başladığı jazzla,sözleri ve düzensiz ritmi bakımında bazı taraflarıyla bağdaştırabilir.Ancak arada şöyle bir tezatlık vardır ki jazz şu an tüm dünya üzerinde yüksek zümreye hitap etmektedir.Arabeskin ise Türkiye üzerinde böyle bir vasfı yoktur ki bence de olmamalıdır.
  Son dönemdeki arabesk enflasyonunun sanırım hepimiz farkındayızdır.Hele en çok da sevenlerini hayalkırıklığına uğrattığına inandığım kişi Işın Karaca'dır.Kendisinin yorum gücü fevkalade olmasına rağmen yeni şeyler üretemediğinden olsa gerek arabesk formatlı cover bir albüm yayınladı.Ses rengine hiç yakışmayan bu albümle Türkiye'deki listelerin başına oturmasının tek sebebi yine olağanüstü sesidir.Neyse arabesk diyorduk: Bu hususta ilk isyan bayrağını çeken Fazıl Say da eleştiri oklarının hedefi haline geldi.CNN Turk'te yayınlanan Beş N Bir K'da konuk olduğu programda neredeyse dayak yemediği kalan Fazıl Say haklı mı haksız mı gibi saçma sapan ve üretkenlikten çok uzak tartışmalar da konu edildi.Enteresandı ne diyeyim...Aynı zamanda bu programda Sezen Aksu'yla ilgili eleştirileriyle ilgili deyim yerindeyse 'yargılanan' Say,bana göre haklıydı.Sezen Aksu tanrı falan değil hepimiz biliyoruzdur umarım bunu?Takdir edersiniz ki beden gibi ses de yaşlanan bir olgudur ve bence Sezen Aksu'nun sesi de oldukça yaşlıdır.Bunu zaten detoneliğinden ve canlı performanslarında şarkı esnasında sesleri aramasından da anlayabilirsiniz,zor değil.Sezen Aksu toplumda tahtı sarsılmaz,yer edinmiş bir sanatçıdır.Lakin kendisi çok iyi bir söz yazarı,iyi bir yorumcudur;bir bestekar değildir.Bu konuda neden ısrarcı davranıp Sezen Aksu'ya besteci diyoruz bilemiyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

İyi ki doğdun sevgili kız kardeşim Selen!


Bu yazının mevzu bahis olan doğum günü çocuğu benim biricik dostum Selen.Kendisiyle çocukluğumuzdan beri dipdibeyizdir.Biz birbirimizden çok farklıydık.O hep naifti,güleçti ve her cins insanı severdi bense aksine sevimsiz,uyuz bişeydim.İstemediğim kimseyle konuşmaz,beğenmediğim şeylere burun kıvırırdım.Zaten kardeş gibi büyüdük,yani o hep ailenin sevilen olgun çocuğu,bense prenses edasıyla burnu havada gezen şımarık velediydim.Aslında büyürken bizim işimiz pek bi zordu biriyle başedemezken iki çift ebeveynimiz vardı ya da onların mı işi daha zor bilemem de...(düşünsenize bi yaştan sonra herşeye ayılmış iki kız çocuğu) Gerçi o hiç sorun çıkarmazdı dedim ya hep şimdiki gibi iyi ve sevecendi.Bazen ben bu durumu kıskanırdım.Yok yani özenmezdim bildiğiniz kıskanırdım abi.
  Ha çok da zıtızdır biz.Misal; sinirleri bozulduğunda gülme krizine girer ortalıkta siniri sağlam adam bırakmaz,ben deli gibi ağlarım;o ağladığında yalnız kalmak ister,ben ağladığımda başımı onun omzuna yaslayıp çığırarak salya sümük olmak isterim,ya o kadar uyumludur ki yemek bile seçmez benim yemediğim şeylerin sayısı yediklerimden çok,yani siz düşünün inek gibi de yerim hani...Tabi büyüdükçe farklılıklarımızı kabullenmeye,bu durumun hoş tarafını görmeye başladık yani eşek değiliz.En çok anlaşmazlığa düşdüğümüz konulardan biri insanlarla olan sosyal ilişkiler.Bir dipnot eklemek gerekirse;açıkca söyliyeyim insanlara çok da bayılmıyorum.Genelleme yapmak istemem ama çıkarcı tavırlardan geçit bulamadığımız,sömürgen zamanlardayız,sanırım bunu yadsıyacak nitelikte kanıtı olan bi halk kahramanı da yoktur,neyse: Birlikte asansöre bile binmemek için depar attığım komşularımıza sevgili kız kardeşim yedi ceddine kadar hal hatır sorar.
  İnsanların dostlarını kardeşlerinden daha yakın gördüklerini duyardım ama çok etiket bulurdum böyle ithamları ama biz beş yaşımızda tanışan iki kız kardeşiz.Farklılıklarımız hep bizi bir arada tuttu aslında.Birbirimizin çatlaklarını doldurduk hem kendimizi hem birbirimizi güçlendirdik.Aramızdaki bağ aldığımız her darbeyle,geçirdiğimiz her güzel günle ve yediğimiz her haltla kopmaz hale geldi ve evet bizi kimse/hiçbir şey ayıramaz sanırım hayatımla ilgili bu kadar kesin konuşabileceğim tek hadise bu.O benden bir yaş büyük ama ben onun başına gelen her üzücü olayda hükümet gibi kadın kesilir,ablalık taslamaya kalkarım çünkü kardeşime zarar geldiğinde ben öfkeleniyorum.Kolay da değildir eminim on dört senenin her günü bana katlanmak ben şöyle biraz düşününce bile keçilerim inceden uzaklaşıyor.
  Neyse şimdi neden yazdım bunu hemen açıklayayım,içinde bulunduğumuz hafta itibariyle her gün birinin doğum günüydü ancak,bu haftasonu sevgili kızkardeşim on sekizinci yaşına basıyor (yani bir nevi kutlu doğum haftası tadındayız) bu durumu hem kutlamak hem de onun için bir şeyler çizittiriyim istedim.O gerçekten bir insanın sahip olabileceği en iyi dost,kardeş,yandaş hatta yoldaş.Uyumluluğunu,sağdıklığını ve dostluğunu test etmek için dilerseniz alın onu dağlara çıkarın gerilla olup test sürüşü yapın,testi geçecektir.Şu yerküre üzerinde ben dahil çoğu akıldan kusurlu insanı yargılamadan da kabullenmiş bilge bir şahsıyettir aynı zamanda.Eli eteği öpülesi bu canımın/cananımın doğum gününü tekrar kutluyorum iyi ki doğdun kızkardeşim.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Aşkcım Seninle Yollarımız Ayrılalı Çok Oldu

Ey kalbi minimalist anlayışla döşeli,sevgiden/sevgiliden yoksun,duygusuz midi öküz Merve senin neyine aşk üzerine yazmak? Bu sefer aşk,sevgi,sevgili üzerine yazacağım.Evet bana da pek manasız geldi bunu yapmak fakat ilham işte nereden ne şekilde balyozunu beyninize indireceği belli olmuyor.
  Bu kez balyozumu pardon şey ilhamımı çok yakın bir arkadaşımın karşılıklı anlayışlı (karşılıklı salya sümük) biten büyük aşkının karşılıklı olaraktan tekrar alevlenmesinden aldım.Ha bi de çok yakın iki arkadaşımın son saniyede,son dakika golü tadında başlayan yaz aşkı başlıklı kış aşkından..Açıkcası bu konuda çifler adına da pek mutlu,pek mesudum;hatta her iki çiftin düğünlerinde giyeceğim elbise için tasarılara başladım (gerçi düğünde muhtemel nedimelerden olacağımdan bu tasarım harikaları giyilmeyi bir kaç saatçik bekleyecek sanırım,tabi işin şakası deyip arkadaşları kudurtmadan aynen devam ediyorum aksi takdirde blogum okunduktan sonra ölüm fermanımı yazacaklar,neden bilmiyorum acayip utanıyorlar bu muhabbetten enteresan tabi,artık parantezi kapatıyorum neyse) 
  İlk çiftimiz olan Salya-Sümük Aşıklar'ın dişisi olan arkadaşımla bugün malum sevgiliye dair acayip nostaljik bir gün geçirdik.Kısaca bahsetmek gerekirse bu kumrular uzunca bir müddet ayrı kalmalarına rağmen eli öpülesi bir arkadaş vasıtasıyla ikinci kez vuslata ermek üzereler.Bugün bildiğiniz kızkurusu tribinde her anlatılana iç geçirdim.Bildiğim şeylerin yüz bininci baskısını dinlemekten elbette zevk almıyorum,manyak değilim ama o,anlattıkça mutlu oluyor mutlu oldukça anılarının ve bir şekilde ayrıyken bile birbirlerini hep hissedişlerinin çok da normal olmayan telepatisinden cesaret alıyordu.Acayip bi'şey ya...Lise aşkı denen ve kalbe inatçı kirler tadında yapışıp çıkmak bilmeyen mit gerçekten var sanırım.Oldukça derin ,çokça romantikler,her yerden toz pembe anılar fışkırıyor.Ne bileyim birbirilerine yazdıkları mektuplar,alınan hediyeler,yapılan CD'ler,lüzumsuz her ayrıntı saklanmış görseniz dudağınız uçuklar şahsen ben bi ara sıkıldım bakarken.
  İyi ama bu SSÇ(Salya Sümük Çift) ve onlar gibiler neden aşkları bu kadar geciktiriyorlar? Yahut aşk sandıkları aslında ciddi duygusal saplantılar mı?Arkadaşım diye torpil geçiyor da olabilirim ama yarım kalmış birtakım şeyler de onları bir araya getiriyor olabilir.Yani kim yarım bıraktığı güzel bi işini tamamlamak istemez ki? (tabi kendim gibi 'her zaman kaybettik senle ben' tribindeki depressedları geçiyorum) Ama kabul ediyorum zor zanaat abi.Düşünsene acayip yoğun bir birlikteliğin olmuş,duygusal travmalarla dolu ayrılık süreci,araya giren adamlar/kadınlar şu bu derken güzelim ilişkinin üstünden kamyon hatta panzer geçmiş sen bu harabeyi kalkıp baştan inşaa ediyorsun...Her yiğidin harcı olmasagerek.Şahsen ben malup çıktığımdan savaş tadındaki ilişkilerimden içimde 'vazgeçme' diye afedersiniz k*çını yırtan Brave Heart'ın biletini kestim,gencecik yaşımda içim kurudu desem yeri çok da karıştırmayalım şimdi konu bu değil.
  Neyse tabi burnumu sokmak bana düşmez elalemin ilişkilerine,huyum kurusun buna da atladım.Eh kahramanlarımıza yeni maceralarında mutluluklar diliyor ve de devam ediyorum.Şimdi diyeceksiniz ''e bahsettiğin diğer çiftin başı kel mi,onlar kazana mı düştü neden onlarla alakalı bir şeyler yazmadın'';birincisi her ne kadar bugün aşk mevzularının suyunu çıkartsam da ortamı evlilik programına çevirmeye gerek yok,ikincisi onların ilişkisinden henüz bugün telefon kanalıyla haberim oldu dolayısıyla çok tazeler ama ilerleyen günlerde eminim bu şehirler arası aşktan da çokça malzemeler çıkartacağım.
  Bunları yazdım fakat bilir kişi raporu niteliği taşımamaktadır.yazının başında da bahsettiğim gibi benim duygularım alınmış gibidir.İnanın bu halimden çok memnunum.En azından insanlar aç gibi yanınıza sokulduğunda verecek güzel bir cevabınız hatta sert bir yumruğunuz oluyor.Hem bu cerrahi operasyonun faydaları saymakla bitmez size birilerini ayarlamaya çalışmıyorlar,ya da en yakın arkadaşınız,sevgilisi ve sevgilisinin size ayarlamak için k*çlarını yırttıkları arkadaşıyla dörtlü yemeklere falan çıkmıyorsunuz.Müthiş bir huzur hali.Sevgili dırdırı çekmiyorsunuz aradı aramadı ilk kim mesaj atacak tarzı ergen davranışlarına girişmiyorsunuz,ne biliyim trip yemiyor,huzursuz olmuyorsunuz.En azından kendi yolunuzu çizip önünüze kimseyi çıkartmıyor,aşk nedir var mıdır yok mudur tarzı avam sohbetler yerine daha faydalı konulara yoğunlaşabiliyorsunuz,şiddetle tavsiye ederim iyi oluyor iyi.

20 Ağustos 2010 Cuma

Femme Fetaleist Hareketler

Küçük siyah bir elbise,topuklu şık mı şık ayakkabılar,kırmızı iç gıcıklayıcı tondaki ruj,isteğe göre Paris Hilton sarısı veya Megan Fox kahvesi/siyahı (artık ne dersen) saçlar ve tüm bunların üzerine kondurulmuş davetkar bakışlar...Bence tüm fonksiyonları doğru çalışan bir erkek için kazanılan ivmeyle bu afete karşı koyma süresi maksimum beş dakika,evliyse on,evli ve çocukluysa yirmi dakikadır.(dikkatinizi çekerim ki merhametli davranıp iki katı süreleri tanıdım İbiş Üniversitesi'nin yaptığı çalışmalardan ele geçen veriler bu sürenin oldukça azami olduğunu gösteriyor) 
  Bu şekildeki hanımefendiler beylere çıkmış büyük birer ikramiyedir,lakin bu bayanlar seçilmez seçer(!) Hatta seçilmiş gibi gösterip seçerler yani basitleştirmek gerekirse; bu fettan ablalar aslında kadınların erkeklerden kat ve kat zeki olduğun ezelden çözmüş fakat salağa yatan melek görünümlü şeytanlardır.Sanılanın aksine bu afet bayanlar aptal sarışın klasmanından çok neredeyse Bill Gates mertebesindedir.Son derece tehlikeli olan bu cins doğaüstü bayanlara tedbirsiz yaklaşılmamalıdır aksi takdirde erkekleri saman yığınına çevirebilirler.
  Şahsi fikrimi sorarsanız femme-fetaleler halk arasındaki tabiriyle 'eğlenilecek kızlar',evlenilecek kızlar olan aile kızlarına bin,hatta on bin basarlar.Beyler şimdi eğri oturup doğru konuşalım,hanım-hanımcık ev kızlarını toplum baskısından evlenme zamanı geldi artık müebbet saatidir diyerek almıyor musunuz?Ne bileyim o gönülsüz formaliteden nikah şekeri seçme turları olsun,iç bunaltan aile ziyaretleri olsun,ya bu kadar eziyete değer mi bu Ayşe Teyzeler? Zaten o minik,güler yüzlü bez bebeklerin zamanı azdır tez elden potansiyel menepoz teyzelerdir,oysa femme fetalle Barbie Bebekleri'nin bitmeyen bir enerjisi vardır.İşte fark da burda,femme-fetalelerin son kullanma tarihi geçmez oysa sizin ev kızları en geç kırkından itibaren çarpılmış Skoda'ya dönüşürler.Zaten belli bir yaştan sonra çoluk çocuk da ister bunlar,tabi içgüdüseldir eyvallah saygım var da ne gerek var şimdi üremeye,nüfus artış hızını tavana vurdurmaya,bi yığın velet gürültüsüne falan...Sonra hamilelik tripleri de bitmez bunların,sözde aşerme krizleri kocaya çektirilen çileler falan ha sonra bi de bu yapılanlar çok fantastik şeylermiş gibi arkadaş toplantılarında ballandıra ballandıra anlatılır,e ama Ayşe Teyzeler'e de yazık tabi başka konuları yok,hayat gayileleri sadece evi,kocası,ördüğü kazak falan olmuş durumda üzülüyorum gerçekten hayatını böyle körü körüne söndüren kadınlara,adamlara ömür verilmez bi anlasalar acayip rahatlıyacağım da nerde(!) İşte fettan bayanların bir farkı da burda,hayatlarına asla 'bir' adam için heba etmezler.Çünkü mutlak suretle bu beceriksiz kazanovalardandaha önemli uğraşları vardır.
  Hahahaay! Anlatırken bile bir keyiflendim.Neyse ne diyordum eh işte bu durumlar böyle beyler karar sizin ister gidin fettan hatunlarla hayatınızı yaşayın ha dilerseniz gidin evlenmeden olmaz tribindeki biçimsiz kızlarla ömrünüzü heba edin,benden bu kadar.

Medikal Bağımlılığıma Son Vermeliyim

 Hastalıktan yeni kalktım.Aman sinir stresten reflüydü yok su kaybından,vitamin yetersizliğinden ateşlenmeler kabuslar terlemeler kilo kaybetmeler falan derken şu iki üç günüm cehennem gibi geçti.Velhasıl bu 2-3 gün neticesinde zaten vasat derece kötü olan karaciğerim ve farmakoloji laboratuvarına dönen midem çöküş noktasına geldi.O ilaç senin bu ilaç benim ilaç içip durmaktan ilaç manyağı oldum ha manyak demişken artık o kadar medikalin verdiği hafif mahmurlukla eczacıyla evlenme hayelleri kurar duruma geldim.Tabi hastalık halinde herşey insana iyiden iyiye batıyor,'neden kendine dikkat etmiyorsun' isimli hit şarkısıyla beynimize hızlı bir biçimde giriş yapan anne dırdırı olsun,zırt-pırt çalan telefonun öbür ucunda seni alemlere çağıran zevzek arkadaşlar olsun akıl sağlığını korumak zorlaşıyor.Hele en sinir bozan da hiç beklemediğin bir anda uyuyakalıp Inception tadında envayi çeşit abuk subuk rüyalara dalmak oluyor.Şu iki gün ne rüyalar gördüm anlatsam aklınız çıkar.Bunun sebebi de son derece sefil beslenme şeklim olabilir,malum mide geçici bir süreliğine bedeni terk edince kızarmış ekmeğe,yeşilçaya ve haşlanmış patatese tabi oluyor insan.Benim gibi iştahı yerinde bir kimse için de en zor kısım bu oluyor.Ama ne yalan söyliyeyim insan ilgi arıyor efendim ne biliyim bi şefkat istiyor.Arayanı soranı olsun diye dini bayramları bekleyen içi geçik yaşlılara döndüm vallahi.
  Bi yerden sonra da kendimi baya baya Vincent gibi hissediyordum;müthiş derecede pesimitliğe vurmuş durumdaydım.Gördüğüm duyduğum her şey had saffada batıyordu.Aklınızda bulunsun hastayken uyumak için en iyi metod bir tablet Threraflu forte aldıktan sonra müzik açıp yatağa yatmaktır. Tam da bu eylemi eksiksiz yerine getirirken her anlamda durumuma taban tabana uyduğundan olsa-gerek,kulağımı ''40 derece yüksek ateş ve kıskançlık bu zayıflık anında,bir aşkın komasında kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda,sen ilacımsın susuz yuttuğum bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan..'' dizeleri tırmaladı.(kesinlikle kinayeli bir cümleydi bu)Anında yataktan sıçrayarak telefonumu kurcaladım 7 yeni mesaj içerisinde bu 'susuz yuttuğum ilacın' da mesajı vardı ama çok da sallamadım açıkcası.
  Neden bilmiyorum ama duygusal anlamda son zamanlarda bende çok ciddi bir deformasyon var,sevgi çipim yandı da diyebiliriz..Sevgisiz,her günü birbirinin aynısı olan,rutine karşı koymayan ve hatta hiç bir şey yapmayan öküz bişey oldum.En yakın arkadaşım (beni şu yerküre üzerinde en iyi tanıyan iki kişiden biridir diğeri de babam neyse dipnot olsun diye söyledim) ki kendisi benim sevgi kelebeğinden,süpürgesinden vurulmuş kalpsiz bir cadıya doğru dönüşümüme tanık olmuş biridir; o benim bu son yıllardaki hallerim karşısında suskun kalıyor.Değişim her daim iticidir ya bu yüzden insanın kendi kendisini değişirken görmesi çok sinir bozucu oluyor ya da bu aralar benim sinirlerim çok hassas...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Kediler Nankör Değildir

Şu sıralar 'menepoz teyzeler derneğine' üye oldum olacağım.Aman allah herşey mi insanın üstüne üstüne gelir.Ergen triplerini,tribal enfeksiyonları hatta muayyen gün vesveselerini de geçtim gerçekten pek bir uyuzum.
  Dünyayı ben kurtaracağım ya herşeye vaktiyle şöyle bir el atıyorum.Bu ara en çok insanların doğasında varolan nankörlüğe taktım.Özellikle ummadık taş baş yarar şeklinde yediğim kazıklar kaynaklı,sosyal ilişkilerdeki 'duygusal nankörlükler' titleı ana konum haline geldi.Besle,büyüt bu günlere getir tadındaki emekçi arkadaşlıkların yeni ortam,çevresel popülerite veya karı-kız/herif gümbürtüsüne bir kalemde silinip atıldığı modern zamanlardayız ya,delleniyorum dostlar(!) Bi kere hadi karşı tarafı geçtim,madem kendi huyunu suyunu biliyorsun dedikodu yapmadan günün düz gitmiyor öyleyse kendin gibi arkadaşlar seçeceksiniz ey Gossip Girl formatlı abiler ablalar.Bendeniz enayilikte 1 numara olan bir birey olarak hep affedici olmayı,bir anlamda yapılanların altında ezilmeyi bilgelik benimsemiş velhasıl her seferinde bu yolu seçmiş yegane bir vatandaşım.Fakat çevre faktörü var ya işte o fenafillah bir şey.Olağanüstü derecede bozuyor insanın kafasını.Her yapılan yanlış davranışın üstüne 'yuh bunu da mı sindirdin abi,helal olsun' tarzı ithamlar almaktan ben bezdim onlar konuşmaktan bezmedi.Hah diyorum tam dişlerimi göstermeye karar vermişim,gaza geldikçe geliyorken,allah allah edalarıyla düşman kuvvetleri üzerine gideceğim; bu 'gazcı arkadaş topluluğu' sönmüş köze hatta süt dökmüş kediye doğru metamorfoz geçirip 'etme,eyleme bırak ettiğini bulsun üzüldüğünle kalırsın' tribine bağlayıp beni çileden çıkartıyorlar.Neyse konu yine nerelere saptı,siz siz olun arkadaş seçerken kavun felsefesiyle koklayarak değil kurbağa mantalitesiyle yararak seçin.(bu çok isabetli bir örnek olmadı ama sanırım demek istediklerimi yeterince çağırıştıran imgeler oldu)

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Darren Brass


Günaydınlar Blogger sokağı sakinleri! Gayet sıradan bir sabaha uyandım telefonuma gelen bin tane lüzumsuz mesaj içinden hafızama kaydetmem gerekenleri seçip diğerlerini tabir yerindeyse -salladıktan- sonra klasik yine kahvemi aldım bilgisayarımın başına oturdum Twitter,Facebook,Blogger bilmem ne derken Facebook'tan bir notification geldi Darren Brass arkadaşlık isteğimi kabul etmiş! Darren Brass kim midir? Darren Brass eski adıyla Miami Ink yeni ismiyle Love Hate dövme stüdyosunda çalışan olağanüstü bir dövme sanatçısıdır.Bu 1.60'lık yetenek abidesi çoluk çocuğa karışmakla birlikte sempatikliğine sempatiklik katmıştır.Hatta son olarak 

Ruthless & Toothless Exhibit 'i açarak kel kafalı bebeklere ve minik veletlere tarz sahibi olma imkanı sunarak beni kıskançlıklara sürükledi.Ne yani bizim zamanımızda Ruthless vardı da anamız babamız almadı mı?Bizim neyimiz eksik?Velhasıl ürünlerin arasında Asya tipi çizimlerin baskılarının olduğu tulumlar,sempatik geyşalarlar ve old skool imgeler mevcut.Tahminimce mağaza dekorasyonunda kullanılan çizimlerin tasarımı da Darren ve arkadaşlarına ait.Ben bu mağazanın açılımında Miami Ink ailesinin çoluk çocuğa karışmasının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.Bayan olduğum için duygusallık yaptığımı düşünüyorsanız,hayır gerçekten çok gördüğüm anda çarpıldım.Ben ki çocuklardan nefret eden teenager olarak çocuk yapıp bunlardan beş on tane alasım geldi.İtiraf edin siz de sevmediniz mi?Ha bir de şu maymunlu askılara,toothlessı simgeleyen dişlere ve duvardaki boardlara taptım.Gerçekten her şey mükemmel düşünülmüş.Bravo ne diyeyim.

15 Ağustos 2010 Pazar

ÖSS kabusuna alıştırmalar

Bugün çok tuhaf hissettim.Sevgili akranlarım yarın itibariyle 2011 ÖSS'ye hazırlanmak üzere koyun sürüleri tadında,hızlandırma adı altındaki tecrit bozması dershanelerinin yolunu tutacaklar.Ben mi?Yok benim bir senem daha var hazırlık okudum Saint Joseph'te.Ha okudum da n'oldu ilk sene kalabalık bir arkadaş grubu halinde bütünlemeye kaldık temmuzun ortasında anca hazırlığı geçebildik,lise 1'imi hiç saymıyorum 7dersten kalarak seneyi kapattım aman verdim de başka okulda,o okula kendimi zor attım falan fişman;bırakalım bu tatsız konuları şimdi.Neyse bu zavallıların hepsi paldır küldür dershanelerine gidecekler,eşek gibi bütün sene çalışacaklar,sevgilileriyle kavga edecekler belki ayrılacaklar,minörlü majörlü depresyonlar atlatacaklar,efendim psikolojik destek alacak kimisi,derken sonunda bir yerlere girecekler veya giremeyecekler.Benim on dört senelik en yakın arkadaşım (ki kendisi 2 üst katımda oturur bunca yıldır,kız kardeşlik mertebesindeyiz) da senenin ÖSS kurbanlarından.Biz şimdiye kadar tuvalete bile nerdeyse birlikte çıktık o benden bir sene önce ÖSS girdiği için çalışma temposu hayatı falan 180 derece değişeceğinden sanırım biraz burukluğum.Şimdi bu blogu görse kesin o da kötü hisseder kendimi ama ben rahatım arkadaş o hiç bulaşmaz böyle şeylere,neyse uzatmayayım velhasıl seneye ben köpekler gibi ÖSS'ye ve bir yandan extra-köpekler gibi oyunculuk sınavına hazırlanırken o muhtemelen her bireyin öğrencilik yıllarında geçirdiği I.Geleneksel Üniversite 1 Yayma Evresi 'ni yaşıyor olacak.İşte dostlar bunlar beni düşündürmüyor,üzmüyor değil.Neyse ben gidip bişeyler atıştırayım.

Dans Ma Rue


J'habite un coin du vieux Montmartre
Mon p?re rentre so?l tous les soirs
Et pour nous nourrir tous les quatre
Ma pauvr' m?re travaille au lavoir.
Moi j'suis malade, j'r?ve ? ma fen?tre
Je r'garde passer les gens d'ailleurs
Quand le jour vient ? dispara?tre
Il y a des choses qui me font un peu peur

Dans ma rue il y a des gens qui s' prom?nent
J'les entends chuchoter dans la nuit
Quand je m'endors berc?e par une rengaine
J'suis soudain r?veill?e par des cris
Des coups d'sifflet, des pas qui tra?nent, qui vont et viennent
Puis le silence qui me fait froid dans tout le coeur

Dans ma rue il y a des ombres qui s' prom?nent
Et je tremble et j'ai froid et j'ai peur

Mon p?re m'a dit un jour : "la fille,
Tu ne vas pas rester l? sans fin
T'es bonn' ? rien, ?a c'est d'famille
Faudrait voir ? gagner ton pain
Les hommes te trouvent plut?t jolie
Tu n'auras qu'? sortir le soir
Il y'a bien des femmes qui gagnent leur vie
En "s' balladant sur le trottoir"

Dans ma rue il y a des femmes qui s' prom?nent
J'les entends fredonner dans la nuit
Quand je m'endors berc?e par une rengaine
J'suis soudain r?veill?e par des cris
Des coups d'sifflet, des pas qui tra?nent, qui vont et viennent
Puis le silence qui me fait froid dans tout le coeur

Dans ma rue il y a des femmes qui s' prom?nent
Et je tremble et j'ai froid et j'ai peur

Et depuis des semaines et des semaines
J'ai plus d' maison, j'ai plus d'argent
J' sais pas comment les autres s'y prennent
Mais j'ai pas pu trouver d' client
J'demande l'aum?ne aux gens qui passent
Un morceau d' pain, un peu d' chaleur
J'ai pourtant pas beaucoup d'audace
Maintenant c'est moi qui leur fait peur

Dans ma rue tous les soirs je m' prom?ne
On m'entend sangloter dans la nuit
Quand le vent jette au ciel sa rengaine
Tout mon corps est glac? par la pluie

Mais je n' peux plus, j'attends sans cesse que le bon Dieu vienne
Pour m'inviter ? me r?chauffer tout pr?s de Lui

Dans ma rue il y a des anges qui m'emm?nent
Pour toujours mon cauchemar est fini

Bugünümüz de FRANCES. 'le böyle geçti






Yapış yapış İzmir'in sıcağına uyandım.Gayet de mutant gibiyim bu sabah.Mutfağa gittim hemen bir Jacobs 2in1 aldım ama her nedense içine şeker ekledim.Güne kahveyle başlamak iyi geliyor bana,yeteneksizliğim dizboyuydu o minicik paketi tek seferde açamayıp bıçakla kestim (ben güldüm siz de gülün) Hemen arkasından Twitter'ıma şöyle bir gözattım,haliyle 'pazar sevişgenleri'nin bi çoğu kalkmamış kalkanlar klasmanında ise 'günaydın bugün çok güzel bir gün' fixlemesini görebiliyoruz.Ya arkadaş ne bildin uyandığın anda günün güzel olduğu.Dur bakalım en azından bi ortasına kadar falan gel de öyle karar ver günün ne alemde.Sonra klasik saçma sapan geceden kalma RT'ler falan.Sıkıldım onu da kapadım muhtemelen bu yazıyı yazdıktan sonra Twitter'a günaydın diyeceğim,dert değil beklesin 'izleyenlerim'.Ha güne başladığım ilk şarkı da pek fantastik pek romantik; Buika - No Habra Nadie En El Mundo.(tabi ki şarkının ismini bakarak yazdım,istersen sen bi dinleyerek yazmayı dene) Babam klasik kütüphane odasında hayatının üç bininci kitabını falan okuyor annem de kalkmış yine maşallahı var susmak bilmiyor.Bir bayan ve sıkı bir feminist olarak itiraf ediyorum ki evet kadınların %90'ı berbat araba kullanıyor ve evet kadınların %100'ünün çenesi düşük.Üzgünüm Sophia Lauren,üzgünüm Yoko Ono,üzgünüm Duygu Asena,üzgünüm Grace Kelly,üzgünüm adını sayamadığım birçok önemli kadın.Hah mesela bak hemen uyanınca değil ama üstünden bir müddet geçince günün nasıl anlayabiliyorsun az önce annemle tartıştık mesela,bu çok da hoş bi durum değil zaten manyak falan değilsen bundan zevk almazsın; doğal olarak 'güne kötü başladım' dersin,aynen benim gibi.Aptal wireless yüzünden de şu yazıyı 1 saatte yazdım ya ona da helal olsun her wirelessın harcı değildir bin kere bağlantıyı koparmak,anlamıyorum ki özellikle mi yapıyor? Hani şu blogu yeni açmışım hevesliyim falan bişeyler çizittirmeye illa şevkimi kıracak.Tamam burda bitiriyorum öyleyse.Küstüm tüm ağ bağlantılarına.Ha resim mi onu niye koydum bilmiyorum deviantart.com'dan arak.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Yani,ne desem ki bilemedim şimdi -boşlukla ilgili yazıyorum sanırım

Şu an boş oturuyorum yani bunun manası tam olarak bu sanırım.Bunu yazmaya karar vermeden önce sadece boş boş masaüstümdeki şu resme bakıyordum.Yok yani birini özlediğimden değil dediğim gibi boşluğuma denk gelmiş.Ha bi de bi yandan Massive Attack & Madonna düeti olan olağanüstü şarkı I Want You çalıyordu.Gerçekten bomboş oturuyordum ya tuhaf geldi bu durum içine düştüm ve gördüğünüz üzere çıkamadım şu ana kadar boş' kelimesini türevleriyle birlikte 5 kez kullandığıma göre gerçekten ortada can sıkıcı bişeyler var demektir.Aslında çok sıkıştım ve uzun süredir de tuvalete çıkmıyorum bu ihtiyacımı gidermek yerine burda bu son derece manasız yazımı tamamlıyorum.Şimdi de Massive Attack-Angel çalıyor,anlaşılan listeyi karıştırmamışım çünkü bundan önce de Protection çaldı.12 ya da 13 yaşımdayken Kurt Cobain'le ilgili bi yazı okuduğumda kendisinin narkolepsi hastası olduğu ve yüksek dozda uyuşturucu madde kullandığı için (ve bence depresyona da eğilimli bi tip olduğu için) saatlerce hatta günlerce hiç bişey yapmadan sadece 'boş boş' tavanı izleyebileceğini hatta izlediğini söylüyordu Krist Novoselic.Ben de babamla bir sohbet esnasında heyecanlı heyecanlı Kurt'un bu 'meziyetinden' bahsetmiştim ona,babam olağanüstü derecede alay etti benimle.Evet bence de boş oturmaya hayran olmak çok garip bişeymiş.O zamanlar Kurt tanrıymış benim için ya da düşünce gücü şimdi tam olarak kestiremiyorum.Bu arada bakın nasıl görselli bir sunum hazırladım içinde masaüstüm,babam ve Nirvana var; bu arada gerçekten acayip sıkıştım ben tuvalete gidiyorum.

Barbaros Cangürgel'e saygılaar

Bunu Yazmazsam İçime Oturacak

Benim bu ara en çok takıldığım konulardan biri tarz ve hayat görüşü bakımından tamamen materyalizmi,apolitik olmayı,cıstak pop kültürünü artı umarsızlığı iliklerine kadar benimsemiş kimselerin (ki bunları yazarken bi kaç tanım daha belirtecektim ki duygularıma gem vurdum) şu Facebook diye adlandırdığımız portalda önemli edebiyatçıların ve sanatçıların eserlerini 'paylaşmak' adı altında kendilerine etiket hatta maal etmelerine deyim yerindeyse ayar olmuş durumdayım.Bu hususta en çok gümbürtüye gidenlerden biri de Küçük İskender.Son derece saygın bir şair/yazar olan Küçük İskender'in değerli yapıtlarını bu süs bebeği kızlarımız/ibiş oğlanlarımız ne idüğü belirsiz tuhaf gruplardan (muhtemelen ilk iki dizesini okuyarak) araklayarak kendi profillerine bi güzel yerleştiriveriyorlar.İyi güzel yerleştirin abiler ablalar ama durun bakalım bu adamın hayat görüşü neymiş neyi sever neye sövermiş,popüleriteye karşı bakışı nasılmış(!) Hem yazdıkları öyle herkesin rahatlıkla kavrayıp bünyeye sindirebileceği şeyler değildir bayanlar,baylar.
   Bu mevzu şöyle bir kenara dursun son zamanlarda her profesyonel fotoğraf makinası satın alanların kendi adlarına bi anda vahiy tadında 'photography' indirmesine diyecek söz bulamıyorum,bulamıyorum çünkü damarlarım kabarıyor sinirden gözlerim seyiriyor.Kendim icra ettiğimden değil fakat fotoğrafçılık dediğimiz mesleğin ne kadar zor olduğunu gördüğüm yakın çevremden anladığım kadarıyla onlar bu durumdan bana kıyasla kat ve kat rahatsızlar.Zaten bi kere fotoğrafçı olabilmek için elbette makina almak lazım ama sanki bana biraz da üzerine vizyon serpiştirilmesi gerekiyor gibi geliyor (!)  Yani diyceğim o ki fotoğraf dediğin şey aslında konuşan bir şeydir ve bu zevzek arkadaşlarımız maalesef fotoğrafın dilini kör bıçakla kesmektelerdir.

Merhaba Blogger Sokağı Sakinleri


Cümleten iyi akşamlar efendiler.Kısaca kendimden bahsetmem gerekirse bezdirici derecede kötü gülen,birçok hastalık sahibi tipsiz bir ukalayım.Bu tarih itibariyle artık tüm övgülerimi,sövgülerimi burdan devam ettireceğim.Görüşürüüz