7 Aralık 2010 Salı

TV

 Çok fantastik şeyler görüyorum bu aralar.Toplum halinde tavşanın peşine takılıp bir Alice çukuruna düşüyoruz.Aptallaşıyor,kafası çalışanları da aptallaştırıyoruz.Yıllardır klasikleşen ''okuyanı/sorgulayanı ayıplama kumpanyası'' ben büyüdüm,hala eskimedi.
  Yükselen değerler konusunda muzdaribim.Reklamlar,diziler tabi ki bunların handikapı aptal kutusu...Örneğin yıllardır kanser hücresi gibi eğitimli/eğitimsiz kendine toplumda yer edinememiş herkesin üstüne leke gibi yapışan mafyatik televizyon dizileri karakterleri.Bu adamlar çok enteresan; zaten televizyon icat edildiğinden beri oynuyorlar,bölüm başına bin,iki bin kişi falan ölüyor sırf Türkiye değil,İsrail,Filistin,Irak gibi sıcak hattaki ülkelerin de nüfusunu yarıya indirmeyi başardılar.Domates kasalarında el bombası taşıyıp,sanki her gün yaptıkları sıradan işlermiş gibi ülkeyi kurtarmaya giderken yolda durup kebapçıya giderek yemek üzerine bir de künefe yiyebiliyorlar.Çok doğaüstü...Lise çağını geçmiş hatta neredeyse yüzü kırışmak üzere olan zavallı aktör ve aktristlere inatla okul sıralarında dirsek çürüttürüyorlar.Tuhaf entrikaları bulundukları cemiyet hayatını karıştırıyor falan filan...Materyal dünyanın yan tesirlerinden biri de  televizyonun empoze ettiği bu karakterlerin ciddiye alınıp realize edilmesi.Kaç kişinin İstanbul gibi metropol ve karma bir kentte elinin altında yalısı var?Medya ve televizyon kanalıyla özendirilen hayatlar ise son derece yapay ve üzgünüm ama yemiyoruz.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hi Darling I'm Coming !

Hi! Bloguma uzun süredir hiç uğramadığım bellidir.Bu destansı aralıkta eriyip tekrar donmuş çikolataya benzeyen hayatımda pek bir değişim olmadı açıkcası.
*Hala okula gitmekten hiç hoşlanmıyorum,sıkça saç rengimle ve insanların sinirleriyle oynuyor,alkol tüketiyor,migren atakları geçiriyorum.
*Altısı erkek olmak üzere öğrenim gördüğüm yedi kişilik sınıfımdan antenliğiyle nam salan çocuk ayrıldı,artık altı kişiyiz.
*Yeni albümü veshilesiyle tekrar Athena'yla haşır/neşirim,3 aralıktaki konseri iple çekiyorum.
*Ve meraklısına -evet hala hayatımda kimse yok.
*Bunun dışında fastfoodu,sigarayı ve kolayı bıraktım (kola meselesinde endişeliyim kriz halinde ani taarruza geçebilirim) 
*Hala TV izlemiyor büyük bir bağlılıkla ulusal kanallarda dizileri takip edenlerle alabildiğine dalgamı zevk-i sefa içinde geçiyorum.
*Sağ yüzük parmağımı yakın bir arkadaşın tekmesi ile çatlattım.
*Odamda yenilikler yapıyorum. Örn: yeni yastıklar,yeni perdeler,yeni laptop,yeni yatak örtüsü blah blah blah.
*LimeWire mevzusu beni derinden yaraladı,bunun haricinde 'saygıdeğer' yöneticilerimizin bizleri 'uyoutube' kapadıkları YouTube'u açmaları halinde sinkaflarımdan biri eksilmiş oldu.
*Okan Bayülgen'den sonra Kaan Tangöze'nin babalığı da bana ayrı bir koydu.İstemedim o çocuğu benimseyemedim bilemedim ya.
*Şebnem Ferah'tan ve sürekli değişen imla kurallarından hala muzdarip,hala illetim.
*Beğendiğim birkaç tip var hepsi de soğuk nevale-anında başkasına havale.
*Streetlight Manifesto hala kahramanlarım.
*Artık Şevket Çoruh yeni Caveman.
*'eşşeğim uyuz olur','donuna kedi bırakırım' son favori tabirlerim,farkındayım fazla lumpen.
*Her cumartesi sabahı kahvaltımın ortasında aşağıdaki markete özellikle pijamalarımla inip hırt bakkalımızı zahmete sokup yüksekteki kasadan Leman,Uykusuz,Penguen ve Gırgır'ı çıkarttırarak kendimce küçük zaferler elde ediyorum,evet küçük hesaplar insanıyım.
*Hala zeytin ve baklagilleri yemiyorum.
*Acayip derecede Placebo'ya takıldım yine.Özellikle English Summer Rain'in 'i'm in the basement you are in the sky' bölümünde full gaz oluyorum.
*Hala ukalayım.-hah!
*WOW tarzı bilgisayar oyunlarından hala hiçbir şey anlamıyorum.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Kişisel Gelişim mi? peeh

İnsanoğlu ne doyumsuz ne sığ yaratıktır...Nerede olanaksız şey varsa boş boş düşler hatta ister.Kaybettiklerini;sanki kendi marifeti değilmiş gibi yüzsüz yüzsüz gerisin geriye ayaklarıyla gelmesini bekler.Ha gelir mi,gelirse 'çıkmaz ayın son çarşambasına' mı denk düşer bilinmez ama insanlar acizliklerle donanmakta neden bu kadar ısrarcı anlamakta güçlük çekiyorum.İster güçsüzlük deyin ister alışmak deyin ama ben artık başıma gelenlere çok da şaşırmamaya gayret ediyorum.Hangimizin hangimizden ne farkı var da 'ben melake gibi insandım bu benim başıma nasıl gelir' deme cürretini buluyoruz anlamıyorum.Hem ayrıca kime göre iyisin,herkes kendine göre kusursuz elbette.
  Evet dediğim gibi kimsenin kimseden farkı yok,öyle anaokulu öğretmenine şikayet eder gibi 'ama falanca çok fesat etmediği halt,işlemediği kabahat kalmadı' gibi iç konuşmalarda bulunmayalım çünkü kimse bilerek ve isteyerek kötü değildir.Bence bu gerçekten çok önemli okuyanın kafasına iyice kazınsın diye tekrarlıyorum kimse bilerek ve isteyerek kötü değildir...Genetik kötüler ya da manyaklık boyutunda kötüler sadece fantastik dünyada mevcuttur.Yani diyeceğim o ki size kötülük gibi gelen şey aslında karşıdakinin bir amacının ya da bir çıkarının yan tesirleridir.Bu yaklaşımımı çok optimist bulabilirsiniz ama üzerinde birazcık kafa patlatırsanız anlarsınız.İnsanlar boşu boşuna denyoluk yapmıyor yani,kimsenin içinden 'aman ben bilmem kimin açığını elaleme yetiştireyim de kötülük edip insanların antipatisini toplıyayım yalnızlık çekeyim,çok hoşuma gidiyor' demiyor.
  Ha bi de evet yalnızlık meselesi var.Hayır benim anlamadığım yalnızlık diye adlandırdıkları hissiyata neden bu isyan? Zaten herkes yalnız,sadece bazılara daha yalnız hepsi bu...Öyle yırtınıp dövünmeye hacet yok.Ayrıca yalnız olmanın,kimsenin yükünü taşımamanın nesi kötü ki?Sorumsuz olmaktan daha geniş bir özgürlük var mı?Yani tabi ki bireysel sorumlulukları kast etmiyorum (bu yazıyı okuduktan sonra donla görmiyim sizi sokaklarda) çok kapsamlı aldım bu sorumluluk kelimesini.
  Bana kalırsa insanlar kendileri üzerinde o kadar odaklanıyorlar ki bunun dışında fazla bir şeye ilgi duymaz/duyamaz hale geliyorlar.Bu kadar kibir kimi nereye götürecekse artık?İnsanlar;kendilerine öyle büyük değerler biçiyorlar,öylesine dev aynalarında görüyorlar ki toplumun onlara biçtiği değer karşısında bunalımlara giriliyor,buhranlar basıyor,kişisel gelişim saçmalığının ticari çarkında dönülüyor vesaire.Ha doğru bi de o küfür mahiyetinde kişisel gelişim mevzusu var.Şahsen vakti zamanıyla birtakım sebeplerden dolayı tedavi amaçlı NLP olsun pozitif yönlendirme adına bazı pskiyatr ve pskologlar olsun hepsine gitmiştim.Ama derdinize deva ararken her taşın altından bu kişisel gelişim nanesi çıkıyor onu da söyliyeyim.Kişisel gelişim özünde 'bi sen varsın gerisi hikaye' hatta 'aslansın,kralsın' gazlamasıyla sizi sömürgen toplumun arasına salıveriyor.Sonra siz kendinizi bi'şey zannedip hayatınıza en iyi olarak devam ediyorsunuz.Yok canım! Pardon da kişisel gelişim yokken insanlar neyle motive oluyor,neyle üretkenliğini sürdürüyormuş?Kabalığım bağışlayın,affınıza sığınarak ananın evinde de mi kişisel gelişim vardı demek istiyorum.Bio enerjiye hatta reikiye bile daha çok inanıyorum ya!
  Ben çok hırpaladım kendimi bu kişisel gelişim olayına inandırmak için.Secret'ı,Key'ı bilmemnesi piyasadaki o saçma sapan kitaplara raabet edecek kadar aklımı kaçırmadıysam da uğraştım hakkımı yemeyin.Hatta bir keresinde kahkaha yogası diye ultra amaçsız ve olağanüstü anlamsız bir seansa katıldım.Zaten kapıdan girer girmez tuhaf bi bayan açtı kapıyı (belli yani kendine değer biçmekten efendim kahkaha atmaktan falan Nirvana'ya ulaşmış o ifade var yüzünde) bana 'ayakkabıları elinize alın ve koridorda uzun bir yolculuğa çıkın' dedi.Ben koridorun sonunda bir ışık görücez orda aydınlanıp hayatımıza mutlu bahtiyar devam edicez ne biliyim mistik bişeyler olucak falan sandım.Yok abi bildiğin kayıt odası var tüm kişisel bilgilerin yanı sıra enayiliğinin tastiği olarak bir ücret bayıldıktan sonra boğucu tütsü kokuları arasında eşofmanlarını falan giyip yan odaya geçiyorsun.Asıl zevzeklik burdan sonra başlıyor.Bi oda dolusu salak toplanmışız gülücez diye bekliyoruz.Yok yahu,önce oranı buranı dövüp 'bacağımı seviyorum,kalçalarımı seviyorum' gibi şeyler yapıyorsun.Ondan sonra zorla sana kahkaha attırıyorlar.Hayır gülüyorsunuz,gülüyorsunuz da 'ulan ben bu kadar mı acizim de gülmek için buraya geldim kadın maymun etti bizi anasını satıyım' şeklinde histerik bir gülme oluyor.Aslan gülüşü diye bi'şey var ya.Dilinizi çenenize kadar çıkartıp iki eliniz suratınızın yanlarına pençe şeklinde getirip bütün salonu geziyorsunuz,milletin yüzüne öyle şebek gibi bakıyorsunuz.Ha tabi bi de önceden bi Cem Yılmaz referansınız varsa bu tarz 'sevgi içimizde' formatlı seanslarda esprilerin biri gidip biri geliyor aklınıza.Ben zaten onlara güldüm sanırım.
  Velhasıl en nihayetinde kendimi inandırmaktan vazgeçip 'katip benim ben katibin el ne karışır' şeklinde yaşantıma devam ettim olmuyorsa olmuyodur arkadaşım.Neyse diyeceğim o ki moralinizi yüksek tutun,ha tutamıyorsanız adınızı unutana kadar sünger gibi için.Bakın o zaman hayat ne kadar da 'kahkaha yogası' siz de o kadar içmeye mutluluktan Yoda'ya dönüşürsünüz belki.(bakın nasıl da kelime oyunu yaptım Yoga/Yoda hahahah..neyse,bence de gülmediniz)

Arabesk Falan Filan,ööef

Gelelim şu arabesk konusuna.Tabi ki arabesk müzik tarzı kaliteden çok uzaktır.Ancak şöyle yadsınamaz bir gerçek vardır ki arabesk aynı zamanda popüler Türk kültürünün bir parçasıdır ve halkın bazı kesimlerinin bağrındandır.Türkiye'de özellikle proletarya olarak isimlendirilen işçi kesiminin sorunlarından dolayı yükselen bu tarz Amerika'da ırkçılık akımıyla horlanan siyahi kesimin tenekelere vurarak yapmaya başladığı jazzla,sözleri ve düzensiz ritmi bakımında bazı taraflarıyla bağdaştırabilir.Ancak arada şöyle bir tezatlık vardır ki jazz şu an tüm dünya üzerinde yüksek zümreye hitap etmektedir.Arabeskin ise Türkiye üzerinde böyle bir vasfı yoktur ki bence de olmamalıdır.
  Son dönemdeki arabesk enflasyonunun sanırım hepimiz farkındayızdır.Hele en çok da sevenlerini hayalkırıklığına uğrattığına inandığım kişi Işın Karaca'dır.Kendisinin yorum gücü fevkalade olmasına rağmen yeni şeyler üretemediğinden olsa gerek arabesk formatlı cover bir albüm yayınladı.Ses rengine hiç yakışmayan bu albümle Türkiye'deki listelerin başına oturmasının tek sebebi yine olağanüstü sesidir.Neyse arabesk diyorduk: Bu hususta ilk isyan bayrağını çeken Fazıl Say da eleştiri oklarının hedefi haline geldi.CNN Turk'te yayınlanan Beş N Bir K'da konuk olduğu programda neredeyse dayak yemediği kalan Fazıl Say haklı mı haksız mı gibi saçma sapan ve üretkenlikten çok uzak tartışmalar da konu edildi.Enteresandı ne diyeyim...Aynı zamanda bu programda Sezen Aksu'yla ilgili eleştirileriyle ilgili deyim yerindeyse 'yargılanan' Say,bana göre haklıydı.Sezen Aksu tanrı falan değil hepimiz biliyoruzdur umarım bunu?Takdir edersiniz ki beden gibi ses de yaşlanan bir olgudur ve bence Sezen Aksu'nun sesi de oldukça yaşlıdır.Bunu zaten detoneliğinden ve canlı performanslarında şarkı esnasında sesleri aramasından da anlayabilirsiniz,zor değil.Sezen Aksu toplumda tahtı sarsılmaz,yer edinmiş bir sanatçıdır.Lakin kendisi çok iyi bir söz yazarı,iyi bir yorumcudur;bir bestekar değildir.Bu konuda neden ısrarcı davranıp Sezen Aksu'ya besteci diyoruz bilemiyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

İyi ki doğdun sevgili kız kardeşim Selen!


Bu yazının mevzu bahis olan doğum günü çocuğu benim biricik dostum Selen.Kendisiyle çocukluğumuzdan beri dipdibeyizdir.Biz birbirimizden çok farklıydık.O hep naifti,güleçti ve her cins insanı severdi bense aksine sevimsiz,uyuz bişeydim.İstemediğim kimseyle konuşmaz,beğenmediğim şeylere burun kıvırırdım.Zaten kardeş gibi büyüdük,yani o hep ailenin sevilen olgun çocuğu,bense prenses edasıyla burnu havada gezen şımarık velediydim.Aslında büyürken bizim işimiz pek bi zordu biriyle başedemezken iki çift ebeveynimiz vardı ya da onların mı işi daha zor bilemem de...(düşünsenize bi yaştan sonra herşeye ayılmış iki kız çocuğu) Gerçi o hiç sorun çıkarmazdı dedim ya hep şimdiki gibi iyi ve sevecendi.Bazen ben bu durumu kıskanırdım.Yok yani özenmezdim bildiğiniz kıskanırdım abi.
  Ha çok da zıtızdır biz.Misal; sinirleri bozulduğunda gülme krizine girer ortalıkta siniri sağlam adam bırakmaz,ben deli gibi ağlarım;o ağladığında yalnız kalmak ister,ben ağladığımda başımı onun omzuna yaslayıp çığırarak salya sümük olmak isterim,ya o kadar uyumludur ki yemek bile seçmez benim yemediğim şeylerin sayısı yediklerimden çok,yani siz düşünün inek gibi de yerim hani...Tabi büyüdükçe farklılıklarımızı kabullenmeye,bu durumun hoş tarafını görmeye başladık yani eşek değiliz.En çok anlaşmazlığa düşdüğümüz konulardan biri insanlarla olan sosyal ilişkiler.Bir dipnot eklemek gerekirse;açıkca söyliyeyim insanlara çok da bayılmıyorum.Genelleme yapmak istemem ama çıkarcı tavırlardan geçit bulamadığımız,sömürgen zamanlardayız,sanırım bunu yadsıyacak nitelikte kanıtı olan bi halk kahramanı da yoktur,neyse: Birlikte asansöre bile binmemek için depar attığım komşularımıza sevgili kız kardeşim yedi ceddine kadar hal hatır sorar.
  İnsanların dostlarını kardeşlerinden daha yakın gördüklerini duyardım ama çok etiket bulurdum böyle ithamları ama biz beş yaşımızda tanışan iki kız kardeşiz.Farklılıklarımız hep bizi bir arada tuttu aslında.Birbirimizin çatlaklarını doldurduk hem kendimizi hem birbirimizi güçlendirdik.Aramızdaki bağ aldığımız her darbeyle,geçirdiğimiz her güzel günle ve yediğimiz her haltla kopmaz hale geldi ve evet bizi kimse/hiçbir şey ayıramaz sanırım hayatımla ilgili bu kadar kesin konuşabileceğim tek hadise bu.O benden bir yaş büyük ama ben onun başına gelen her üzücü olayda hükümet gibi kadın kesilir,ablalık taslamaya kalkarım çünkü kardeşime zarar geldiğinde ben öfkeleniyorum.Kolay da değildir eminim on dört senenin her günü bana katlanmak ben şöyle biraz düşününce bile keçilerim inceden uzaklaşıyor.
  Neyse şimdi neden yazdım bunu hemen açıklayayım,içinde bulunduğumuz hafta itibariyle her gün birinin doğum günüydü ancak,bu haftasonu sevgili kızkardeşim on sekizinci yaşına basıyor (yani bir nevi kutlu doğum haftası tadındayız) bu durumu hem kutlamak hem de onun için bir şeyler çizittiriyim istedim.O gerçekten bir insanın sahip olabileceği en iyi dost,kardeş,yandaş hatta yoldaş.Uyumluluğunu,sağdıklığını ve dostluğunu test etmek için dilerseniz alın onu dağlara çıkarın gerilla olup test sürüşü yapın,testi geçecektir.Şu yerküre üzerinde ben dahil çoğu akıldan kusurlu insanı yargılamadan da kabullenmiş bilge bir şahsıyettir aynı zamanda.Eli eteği öpülesi bu canımın/cananımın doğum gününü tekrar kutluyorum iyi ki doğdun kızkardeşim.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Aşkcım Seninle Yollarımız Ayrılalı Çok Oldu

Ey kalbi minimalist anlayışla döşeli,sevgiden/sevgiliden yoksun,duygusuz midi öküz Merve senin neyine aşk üzerine yazmak? Bu sefer aşk,sevgi,sevgili üzerine yazacağım.Evet bana da pek manasız geldi bunu yapmak fakat ilham işte nereden ne şekilde balyozunu beyninize indireceği belli olmuyor.
  Bu kez balyozumu pardon şey ilhamımı çok yakın bir arkadaşımın karşılıklı anlayışlı (karşılıklı salya sümük) biten büyük aşkının karşılıklı olaraktan tekrar alevlenmesinden aldım.Ha bi de çok yakın iki arkadaşımın son saniyede,son dakika golü tadında başlayan yaz aşkı başlıklı kış aşkından..Açıkcası bu konuda çifler adına da pek mutlu,pek mesudum;hatta her iki çiftin düğünlerinde giyeceğim elbise için tasarılara başladım (gerçi düğünde muhtemel nedimelerden olacağımdan bu tasarım harikaları giyilmeyi bir kaç saatçik bekleyecek sanırım,tabi işin şakası deyip arkadaşları kudurtmadan aynen devam ediyorum aksi takdirde blogum okunduktan sonra ölüm fermanımı yazacaklar,neden bilmiyorum acayip utanıyorlar bu muhabbetten enteresan tabi,artık parantezi kapatıyorum neyse) 
  İlk çiftimiz olan Salya-Sümük Aşıklar'ın dişisi olan arkadaşımla bugün malum sevgiliye dair acayip nostaljik bir gün geçirdik.Kısaca bahsetmek gerekirse bu kumrular uzunca bir müddet ayrı kalmalarına rağmen eli öpülesi bir arkadaş vasıtasıyla ikinci kez vuslata ermek üzereler.Bugün bildiğiniz kızkurusu tribinde her anlatılana iç geçirdim.Bildiğim şeylerin yüz bininci baskısını dinlemekten elbette zevk almıyorum,manyak değilim ama o,anlattıkça mutlu oluyor mutlu oldukça anılarının ve bir şekilde ayrıyken bile birbirlerini hep hissedişlerinin çok da normal olmayan telepatisinden cesaret alıyordu.Acayip bi'şey ya...Lise aşkı denen ve kalbe inatçı kirler tadında yapışıp çıkmak bilmeyen mit gerçekten var sanırım.Oldukça derin ,çokça romantikler,her yerden toz pembe anılar fışkırıyor.Ne bileyim birbirilerine yazdıkları mektuplar,alınan hediyeler,yapılan CD'ler,lüzumsuz her ayrıntı saklanmış görseniz dudağınız uçuklar şahsen ben bi ara sıkıldım bakarken.
  İyi ama bu SSÇ(Salya Sümük Çift) ve onlar gibiler neden aşkları bu kadar geciktiriyorlar? Yahut aşk sandıkları aslında ciddi duygusal saplantılar mı?Arkadaşım diye torpil geçiyor da olabilirim ama yarım kalmış birtakım şeyler de onları bir araya getiriyor olabilir.Yani kim yarım bıraktığı güzel bi işini tamamlamak istemez ki? (tabi kendim gibi 'her zaman kaybettik senle ben' tribindeki depressedları geçiyorum) Ama kabul ediyorum zor zanaat abi.Düşünsene acayip yoğun bir birlikteliğin olmuş,duygusal travmalarla dolu ayrılık süreci,araya giren adamlar/kadınlar şu bu derken güzelim ilişkinin üstünden kamyon hatta panzer geçmiş sen bu harabeyi kalkıp baştan inşaa ediyorsun...Her yiğidin harcı olmasagerek.Şahsen ben malup çıktığımdan savaş tadındaki ilişkilerimden içimde 'vazgeçme' diye afedersiniz k*çını yırtan Brave Heart'ın biletini kestim,gencecik yaşımda içim kurudu desem yeri çok da karıştırmayalım şimdi konu bu değil.
  Neyse tabi burnumu sokmak bana düşmez elalemin ilişkilerine,huyum kurusun buna da atladım.Eh kahramanlarımıza yeni maceralarında mutluluklar diliyor ve de devam ediyorum.Şimdi diyeceksiniz ''e bahsettiğin diğer çiftin başı kel mi,onlar kazana mı düştü neden onlarla alakalı bir şeyler yazmadın'';birincisi her ne kadar bugün aşk mevzularının suyunu çıkartsam da ortamı evlilik programına çevirmeye gerek yok,ikincisi onların ilişkisinden henüz bugün telefon kanalıyla haberim oldu dolayısıyla çok tazeler ama ilerleyen günlerde eminim bu şehirler arası aşktan da çokça malzemeler çıkartacağım.
  Bunları yazdım fakat bilir kişi raporu niteliği taşımamaktadır.yazının başında da bahsettiğim gibi benim duygularım alınmış gibidir.İnanın bu halimden çok memnunum.En azından insanlar aç gibi yanınıza sokulduğunda verecek güzel bir cevabınız hatta sert bir yumruğunuz oluyor.Hem bu cerrahi operasyonun faydaları saymakla bitmez size birilerini ayarlamaya çalışmıyorlar,ya da en yakın arkadaşınız,sevgilisi ve sevgilisinin size ayarlamak için k*çlarını yırttıkları arkadaşıyla dörtlü yemeklere falan çıkmıyorsunuz.Müthiş bir huzur hali.Sevgili dırdırı çekmiyorsunuz aradı aramadı ilk kim mesaj atacak tarzı ergen davranışlarına girişmiyorsunuz,ne biliyim trip yemiyor,huzursuz olmuyorsunuz.En azından kendi yolunuzu çizip önünüze kimseyi çıkartmıyor,aşk nedir var mıdır yok mudur tarzı avam sohbetler yerine daha faydalı konulara yoğunlaşabiliyorsunuz,şiddetle tavsiye ederim iyi oluyor iyi.